Tarihe İhanet: Feminizmin 500 Yıl Gerilemesi
“Kadın doğulmaz, kadın olunur.” -Simone de Beauvoir
Yıllardır süregelen kadınların güçlü direnişi “feminizm”, günümüzde birkaç influencer, indirim kodları, pembe giysiler, sabunlar, albüm kapakları, şarkıcılar tarafından ayaklar altına alınmış durumda. Bu mücadele de bunca zaman karşımıza çıkan engellerden en büyüğü hayatımızın her noktasında bizi yok saymak isteyen ataerkil anlayış olsa da günümüzde bu durum tam tersine evrilmekte sanırım. 21. yüzyılda olsak da “feminist” kelimesini hakaret anlamında kullanan erkeklerin varlığını yeterince biliyoruz diye düşünüyorum. Yine de bu ataerkil düzende kadınların hakkını sonuna kadar savunan erkeklerin ve yaşamları boyunca hep bir direnişte olmak zorunda bırakılmış LGBTQ+ bireylerinin de gücümüze güç kattıklarını söylemeden edemeyeceğim. Bazı insanlar (erkekler) yürüyüşlerde “madem feministliği savunuyorsunuz neden yanınızda gayler var?” şeklinde tepki gösterebiliyor, bunu çok duydum. Bu zamana kadar verdiğim ve vereceğim cevap hep ise aynı oldu. “Onlar ilk doğdukları andan beri bu mücadelenin içindeler. Bu toplumda yok sayılmak, haklarının hiç edilmesi, söz hakkının olmaması nedir onlarda çok iyi biliyorlar ve kendi seslerini duyurmak için bizimle birleşip sonuna kadar mücadele veriyorlar, siz en ufak bir sosyal medya paylaşımını bile bize çok görürken..”
Bu mücadelede kadınları desteklemek için elinden geleni yapan herkese teşekkür ederim, bu yazıya böyle başlamak istedim. Hep böyle güzel destekçilerimiz yok elbette. “Feminist” kelimesini sadece hakaret anlamında kullanan bazı sığ varlıklar, aynı zamanda feminizmin bir erkek düşmanlığı olduğunu da savunuyor mesela yıllardır. Konu hakkında en ufak bir bilgileri yokken öyle boş konuşuyorlar ki kendilerini bile bu yalanlara inandırmış olduğunu anlıyorsunuz daha ilk bakışta.
Peki Ya Nedir Sahiden Bu Feminizm?
Feminizm, kökeninde Latince’de kadın manasına gelen “femine” kelimesinden türemiştir. İlk tohumlarının atıldığı 18. yüzyıldan bu yana ise hepimiz için bir var olma mücadelesi hâline gelmiştir. 1791 yılında kadın haklarının öncülerinden biri olan, feminist düşüncenin ilk ve en önemli çalışmalarından birine imza atan Olympe de Gouges’un ‘Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yayımlamasının ardından Mary Wollstonecraft’da ‘Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi’ adlı kitabını yayımlamış ve bu iki önemli eser, feminist hareketin oluşmasına etki eden ilk yazılar olmuşlardır. De Gouges ve Wollstonecraft’ın öncülük ettiği bu kadın hakları savunu hareketi, 19. yüzyıldan itibaren ise daha da yaygınlaşmaya başlamıştır.
Biz kadınlar tarih boyunca en doğal hakkımız olan “yaşam hakkı”mızı bile kaybetmemek, hayata tutunabilmek adına çok çaba sarf ettik bu dünyada. Kadın olduğumuz için değil her şeyden önce tüm kimliklerimizden arınıp “insan” olduğumuz için bizi de görsünler istedik. Seçme-seçilme hakkımız olsun, istediğimiz kıyafetleri giyebilelim, meclise girebilelim ama her şeyden önce sessiz çığlıklarımız duyulsun, söz hakkımız olsun istedik. Hayatımız boyunca sırf kadın olduğumuz için burnumuzdan gelen her an, her kan damlası için, alnımızın akıyla çalışıp başvurduğumuz her iş yerinde sırf kadınız diye uğradığımız her mobbing için, gece-gündüz, tenha yol, toplu taşıma fark etmeksizin her yerde taciz hatta tecavüz edilme korkusuyla arkamıza bakarak yürümek zorunda bırakıldığımız, her tek başına yürüdüğümüzde biri bizi takip etmesin diye telefonda babamızla konuşuyormuş gibi yapmak zorunda kılındığımız her an ve çok daha fazlası için işte bu yıllar süren bu mücadelemiz aslında. Üstelik kendi derdimiz başımızdan aşkınken erkekleri de unutmadık. Erkeğin erkeğe kurduğu üstünlüğün de bitmesini istedik, eşit olmak istedik. Haklarımız, mahkeme karşısındaki konumumuz eşit olsun istedik. Bir erkek toplum içinde çekinmeden ağlayabilsin, onun da insan olduğu hatırlansın istedik. Yemek yapmayı bilmenin ayıp olmadığını herkes duysun, erkeklerde çamaşır asabilsin, her daim güçlü olmak zorunda hissetmesinler istedik. İstedik, istedik ve istedik… Biz kadınlar hep burada olsakta her zaman olduğu gibi bu mücadelemize de saygı duyulmadı, hem de hakkını savunduklarımız tarafından.
Sırf kadınız ve doğal olarak en başından beri bu mücadelenin bir parçasıyız diye yıllarca şeytanlaştırıldık, cadılaştırıldık, iftiralara uğradık.
Sözlerimiz hep farklı yerlere çekildi, anlayacak kimseyi bulamadık. Sonra birbirimizi bulduk ama işte, birbirimize sahip çıktıkça güçlendik. Bizi görmezden gelmeye çalıştıkları her an için bir kez daha tuttuk her birimiz birbirimizin ellerini sıkı sıkı. Sesimizi bastırmaya çalıştılar ancak çiçeklerden oluşan koskoca bir ordunun sesi kolay bastırılmadı. Renklerimizi soldurdular, acımasızca çiğnediler bizi. Baktılar ki her gün biraz daha güçleniyoruz tüm yapraklarımızı kopardılar bu seferde. Yılmadık, her baharda tekrardan açtık. Açtık açmasına ancak sanırım artık yapraklarımızı koparanlardan ziyade bunu görüp ses çıkarmayan, yeri geldiğinde bundan zevk alan, sırf karşısındaki bir “erkek” diye kendi yaşamını kontrol etmesine izin veren hemcinslerimize kırgınız bu aralar.
Feminizmi savunuyor olmamız haklı haksız demeden tüm kadınları savunuyor olacağımız anlamına da gelmez, sevgili okurlar. Çünkü emin olun mücadelemizin gerilemesindeki tek etken sadece erkekler değil, bunu bizde yapıyoruz. Kendi kendimizi hiçe sayıyoruz bazen. Amacım kimseyi yargılamak değil, hepimiz hata yapabiliyoruz bu hayatta. Önemli olan hatalarımızın farkına varmak olsa da “feminizm” adı altında yapılan bazı şeyler çok sahte geliyor artık. Sabrina Carpenter’ın albüm kapağından tutun, Feyza Altun’un Dilan Polatla olan fotoğraflarına kadar… Yeterince zorlu bir mücadelemiz varken Sydney Sweeney’in hayranlarının isteği üzerine kendi banyo suyundan bir sabun üretilmesine izin verişi ve ropörtajlarından bahsetmek istemiyorum bile ama durduramıyorum kendimi. Bir kadın kendisini daha ne kadar küçük duruma düşürebilir? Aklım almıyor gerçekten. Üstelik “bedenim üzerinden değil, yaptığım işlerle tanınmak istiyorum” diyen biri tarafından ortaya atılıyor bu rezalet. Sadece feministler değil hepimiz için yeterince utanç verici bir saçmalığa sahip olduğu kesin. Biz kadınlar toplumda zaten ‘cinsel obje’ olarak görülürken böyle bir olayın patlak vermesiyle ve son zamanlarda yaşanan olaylardan çok daha fazlasıyla kadın olmanın mücadelesi bu gidişle 500 değil 1500 sene de geriye gidecek gibi gözüküyor.
Sizden ricam eğer bir erkek sizi sırf “feminist” olduğunuz için terk edecek veya yargılayacaksa bırakın da yapsın. Eğer böyle bir şey yapıyorsa zaten onun gözünde en başından beri en ufak bir değere sahip değildiniz demek ki, bırakın bundan sonra da olmayın. Bir erkek veya bir kadın fark etmez bu hayattaki en büyük mücadelemizi, “kadın olduğumuz” için yaşadığımız zorluklara göğüs germe çabamızı desteklemiyorsa lütfen oradan uzaklaşın, kendi benliğinizi kazanabileceğiniz bir alan kurun kendinize.
“Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!” ~ Virginia Woolf
Sesimiz bastırılsa da, önümüze boyumuzdan büyük engeller çıksa da biz kadınlar hep birlikte daha güçlüyüz. Bir gün tüm insanlığın bu yazıyı anlaması dileğiyle, kadın olmaktan gurur duymaya devam ederek kalın..🤍
Konu Hakkında Daha Fazlası ve Kaynakça:
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/269956
https://www.acikbeyin.com/feminizm-ve-kadin-hareketi/?srsltid=AfmBOopa7k2bQG1vRVL8Jge3SQ1GSYywjz8SGucWOPSuuLGzaeY3TPH8
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/0/0b/George_Charles_Beresford_-_Virginia_Woolf_in_1902_-_Restoration.jpg/1200px-George_Charles_Beresford_-_Virginia_Woolf_in_1902_-_Restoration.jpg
canım Nisa, gündemi geçmişle harmanlayarak ne kadar güzel işlemişsin; emeğine ve kalemine sağlık. prouuuuud🫶🩷🌻
Güç bağımlığı ve gücü kaybetme korkusuyla yapılan saldırganlıklar hiçbir zaman haklı bir mücadele karşısında daimi kalamayacaktır🫂